365betÌåÓýÔÚÏßÊÀ½ç±­

Markalar kendilerini "ulaşılamaz" olarak konumlandırarak sosyal statü aracına dönüÅŸüyor

"Artık 'Ben bu ürünü aldım.' demekle kalmıyorsun. 'Ben bu hayatı yaşıyorum.' diyorsun. Bir restorana gitmen bile bu mesajın parçası oluyor. Reklamlar artık sadece birer gösterge deÄŸil, aynı zamanda dışlayıcı bir dilin parçası"

Yaklaşık 25 yıldır sektörde aktif görev yapan reklamcı Emre Bora, markaların özellikle son 50 yılda reklam araçlarını kullanarak bireylere sınıf atlama arzusu aşıladığını ve bu yolla bir statü algısı oluÅŸturduÄŸunu söyledi.

AA muhabirine, markaların toplumda kabul gören statü algısını nasıl stratejik biçimde yönlendirerek bir pazarlama dili inÅŸa ettiÄŸini anlatan Bora, reklamlar yoluyla gerçekleÅŸtirilen bu ayrımcılığın, yalnızca ekonomik deÄŸil, aynı zamanda kültürel dışlama biçimine dönüÅŸtüÄŸünü belirtti.

Kıyafetlerin geçmiÅŸten beri bir statü sembolü olarak kullanıldığını söyleyen Bora, "Antik Roma'ya gidildiÄŸinde, eski zamanlara bakıldığında padiÅŸahların kaftanları, kralların pelerinleri, güçlü tüccarların ipek kumaÅŸları... Dolayısıyla bu statü sembolü her zaman vardı. Günümüzde artık bu, markaların logolarıyla bütünleÅŸmiÅŸ durumda." dedi.

Bora, markaların bilinçli bir stratejiyle ürünlerini statü sembolü olarak pazarlama yoluna gittiÄŸine iÅŸaret ederek, markanın kendilerine ne kadar "deÄŸer" katarsa o kadar raÄŸbet gördüÄŸünü istatistiksel olarak anladıklarına dikkati çekti.

Reklam sektörünün, markaların bu statü ayrımcılığında en önemli destekçilerinden biri olduÄŸunu dile getiren Emre Bora, ÅŸöyle devam etti:

"Kıyafetin bir statü sembolü olarak tercih edilmesi, özellikle son 50 yıldır reklam kampanyalarıyla beraber daha da zirveye çıktı. Bu, günümüzde hem Türkiye'de hem de dünyada bu ÅŸekilde çünkü markalaÅŸmanın ne kadar önemli olduÄŸunu İtalya'nın tekstil sektöründen ya da Fransa'nın parfümeri sektöründen görüyoruz. Bir markanın ne kadar kaliteli, ne kadar çok tercih edildiÄŸi bir gösterge oluyor. KiÅŸiler de bunu statü sembolü olarak kullanıyor. Yapılan reklam çalışmalarında, markalı kıyafetlerle beraber sosyal baskı da ekleniyor. Bir yere, bir konuma gelmiÅŸ olan kiÅŸi bunu giyer mi, bunu giymeli mi vesaire gibi bir algı oluÅŸturuluyor. Tabii bu bir algı yönetimi. Bu algı yönetimini doÄŸru yöneten markalar baÅŸarıya ulaşıyor."

Bora, hiçbir markanın ürünlerini "herkesin" giymesini istemediÄŸini ifade ederek, markalar için ayakta kalmanın yolunun artık "ulaşılamaz" olmak olduÄŸunu aktardı.

Reklamcı Bora, bu mekanizmanın yalnızca ürünle deÄŸil, reklam diliyle birlikte iÅŸlediÄŸini vurgulayarak, “Artık 'Ben bu ürünü aldım.' demekle kalmıyorsun. 'Ben bu hayatı yaşıyorum.' diyorsun. Bir restorana gitmen bile bu mesajın parçası oluyor. Reklamlar artık sadece gösterge deÄŸil, aynı zamanda dışlayıcı bir dilin parçası." diye konuÅŸtu.

Sosyal medya ünlülerinin de markaların statü belirlemesinde etkili rol oynadığını belirten Bora, etkiledikleri kiÅŸilerin aynı markaları giyerek bir statü onayı aldıklarını düÅŸündüklerini söyledi.

"Herkes kendini özel hissetmek istiyor"

Bora, "herkesin ulaÅŸtığı" bir markanın yüksek statü olarak görülmediÄŸine deÄŸinerek, "Herkes, 'Ben özel seçimlere sahibim.' demek ister. Bunların hepsi kendini özel hissetme olayına dayanıyor. Öncelikle herkesin ulaÅŸabileceÄŸi bir ÅŸeyi giyen biri olarak görünmek istemezler. Statü de böyledir. Zaten herkes ulaşıyorsa, o yüksek statü ortada kalmaz." dedi.

Markaların bu statü kaygısı nedeniyle reklamlarda ulaşılması zor, özel dünya resmedildiÄŸini vurgulayan Bora, insanların da bu özel dünyanın bir mensubu olmak istediklerini anlattı.

Bora, bazı markaların ürünlerinde indirim yapmak yerine imha etmeyi tercih ettiklerini hatırlatarak, ÅŸunları kaydetti:

"Dünyaca ünlü lüks markalarda da bu durum böyle. Yani, 'Ben satamadığım ürünleri imha edeyim, pazarda dolaÅŸmasın, arz fazlası olmasın.' diye düÅŸünüyorlar. Bir lüks maÄŸazaya gidildiÄŸi zaman orada yapılan da bu. Önce bir bekletilir, bir beden var mı, yok mu bakılır, sonrasında beden bulunur, denersiniz, satın almak istersiniz. Orada yine beklersiniz. Yani bunların hepsi bir sürecin ve stratejinin parçası. Zaten bir 'limited edition' kavramı var. Bu, sana özel koleksiyon gibi oluyor."

"Ye kürküm ye" bugün hala geçerli

Reklamcı Emre Bora, son dönemde reklam stratejilerinde yaÅŸanan deÄŸiÅŸimlerle lüks markaların artık yalnızca ürün deÄŸil, sınıfsal kimlik ve sosyal mesaj pazarladığını vurgulayarak, "Bir ürün artık yalnızca logosundan dolayı tercih edilmiyor. Satışlar düÅŸüyor. Dolayısıyla hedef kitle ne istiyorsa, ona uygun reklam stratejileri geliÅŸtiriyoruz." diye konuÅŸtu.

Büyük markaların ürün gamında bile sınıfsal ayrım içeren koleksiyonlar olduÄŸunu belirten Bora, ÅŸunları kaydetti:

"Bir lüks markaya gittiÄŸiniz zaman içeride iki sınıf ürün statüsünü gözlemliyorsunuz. Biri aşırı logolu, taÅŸlarla süslenmiÅŸ, ışıltılı parçalar. R&B ve rap kültürünü yansıtan bir duruÅŸu var ama farklı koleksiyonda o daha pahalıdır ama üzerinde logo olmaz. Çok minimal bir gösterge olur. O da baÅŸka bir sınıfın tercihi. Avrupa kültüründe sessiz lüks oldukça hakim. Hatta artık önemsemiyorlar bile ama bizim bölgemizde bu lüks kavramına biraz daha farklı bakılıyor. Görünür olmasına, bilinir olmasına özen gösteriliyor."

Bora, bu farklılıkların reklamcılara da strateji geliÅŸtirme zorunluluÄŸu getirdiÄŸini dile getirerek, "sınıf atlama" ve özentiliÄŸin artmasıyla buna göre reklam dilinin yeniden kurgulandığını söyledi.

Markaların ürünlerine kattığı ekstra özelliklerle sınıfsal ayrımların uç noktalara ulaÅŸtığını ifade eden Bora, "Bazı kiÅŸiler çok aşırı zenginlik içinde yaşıyor, bazıları ise gerçekten zor hayat sürüyor. Böyle bir ortamda, bir kiÅŸinin aylık kazancına denk gelen bir ürünü onun gözüne sokmak, gösteriÅŸin budalalığına dönüÅŸüyor gibi. Çok da öyle demek istemem ama buna evriliyor." deÄŸerlendirmesini yaptı.

Bora, "sessiz lüks" kavramı ile minimalizmin aslında ÅŸu an bir gösteriÅŸ kültürünü yansıttığını belirterek, bu trendin de bir gün sona ereceÄŸini düÅŸündüÄŸünü kaydetti.

GösteriÅŸ kültürünün geçmiÅŸten gelen bir temele dayandığını hatırlatan Bora, "Lüks bir otomobille restorana giremiyorsa, kolundaki saatle giriyor. Statüsünü öyle göstermeye çalışıyor. Nasrettin Hoca'nın 'Ye kürküm ye' hadisesi bugün de devam ediyor. Bu yeni bir ÅŸey deÄŸil." dedi.

Markaların artık insanların hassasiyetlerine odaklanarak bir ürünü pazarlamaya çalıştığını anlatan Emre Bora, sözlerini ÅŸöyle tamamladı:

"Geri dönüÅŸümlü, çevreci malzemeden üretildi gibi çeÅŸitli hassasiyetleri de gösteriyorlar. GösteriÅŸli saat markaları dahi rahatsız edici bulunabiliyor. Bu nedenle daha sade modellere ve lüks akıllı saatlere yönelim arttı. Belli bir süreden sonra insan daha azını istiyor. Günümüzde restoran karşılama biçimlerinden oturma düzenine kadar birçok detay hala statü göstergesi olmaya devam ediyor."