Sert söylemlerden pragmatik uzlaşılara: ABD-Çin ekonomik ilişkisinde yön değişikliği
Beyaz Saray'a dönüşünden bu yana ABD Başkanı Trump, Çin'in ihracata dayalı ve üretim odaklı büyüme modelini sekteye uğratmayı, uluslararası ekonomik stratejisinin merkezine yerleştirdi.

İٲԲܱ
Büyük Londra İdaresi Ekonomi Dairesi Başkanı ve Cambridge Üniversitesinde Politika Uzmanı Adam Yousef, ABD-Çin arasında ticaret anlaşmasına varılmasının sebeplerini ve iki ülke arasındaki ekonomik gerilimlerin küresel ticaret düzenine etkilerini AA Analiz için kaleme aldı.
***
AA'nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için
🔹 Anlık gelişmeler için
Dünya Bankasına göre, 2023 yılında ABD ve Çin toplamda küresel gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 43'ünü, dünya ihracatının yüzde 21'ini ve ithalatının yüzde 23'ünü oluşturuyordu. Bu çarpıcı veriler, her iki ülkenin uluslararası ekonomik düzendeki belirleyici konumunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Ancak bu düzenin temelleri, iki süper güç arasındaki artan gerilim nedeniyle ciddi biçimde sarsılmış durumda.
Beyaz Saray'a dönüşünden bu yana ABD Başkanı Donald Trump, Çin’in ihracata dayalı ve üretim odaklı büyüme modelini sekteye uğratmayı, uluslararası ekonomik stratejisinin merkezine yerleştirdi. Eş zamanlı olarak Amerikan sanayisini yeniden ayağa kaldırmayı ve ihracattaki küresel liderliğini canlandırmayı amaçladı. Bu doğrultuda, Mart ayında Çin’i ve bazı diğer ülkeleri hedef alan bir dizi gümrük tarifesi uygulamaya koydu; çelik ve alüminyum gibi stratejik sektörler de bu vergilerin kapsamındaydı. Çin’e uygulanan tarife oranı, rekor düzeyde yüzde 145’e ulaştı. Pekin ise buna karşılık, ABD’den ithal edilen ürünlere yüzde 125’e varan oranlarda vergi getirerek sert bir misillemede bulundu.
Sert söylemlerle başlayan ve karşılıklı gümrük tarifeleriyle tırmanan gerilim, zamanla yerini duraklamalara, ertelemelere, muafiyetlere ve Çin’le yapılanlar da dahil olmak üzere yeni ticaret anlaşmaları için yürütülen müzakerelere bıraktı. Bu ani yön değişikliği ise şu soruyu gündeme getiriyor: ABD neden böylesine keskin bir rota değişikliğine gitti?
Bu sorunun yanıtını anlamak için Başkan Trump’ın tarifeleri de kapsayan ticaret politikalarının temel hedeflerine dikkati çekmek gerekir. Bunlardan birincisi ABD’nin mal ticaretinde dünya ile verdiği kronik dış ticaret açığını azaltmak, başka bir deyişle ithalatın ihracatı aşmasının önüne geçmek. İkincisi yıllar içinde zayıflayan Amerikan üretim ve sanayi altyapısını yeniden ayağa kaldırmak ve üçüncüsü Çin’in ekonomik yükselişini yavaşlatmak ve bu süreci sekteye uğratmak.
Gümrük vergileri neden ticaret açığını kapatmada işe yaramadı?
Ekonomik teori ve tarihsel deneyimler, tarifelerin mevcut ticaret açığını uzun vadede tersine çevirebileceği düşüncesine ciddi biçimde şüpheyle yaklaşıyor. ABD’nin mal ticaretinde açık vermesinin temel nedeni, Amerikalıların genellikle ürettiklerinden daha fazla harcaması ve tüketmesi. Ülkenin toplam borcu halihazırda 36 trilyon doları aşmış durumda ve bu borç hızla artmaya devam ediyor. Ayrıca, ABD hane halklarının tasarruf oranları da oldukça düşük ve bu yapısal dengesizlikleri tarifelerle gidermek mümkün değil. Üstelik bu tür önlemlerin, Çin gibi ticaret ortaklarından karşılıklı misillemeleri tetiklemesi neredeyse kaçınılmaz. Böyle bir senaryoda, ABD'nin ihracatı da zamanla daralabilir ve bu durum, diğer koşullar sabit kaldığında, mevcut ticaret açığını daha da derinleştirebilir.
Nitekim ABD-Çin İş Konseyinin (USCBC) Başkan Trump’ın ilk döneminde Çin’e uygulanan tarifelerin etkisine dair yaptığı araştırma, bu politikaların ABD’ye yaklaşık 245 bin kişilik istihdam kaybına yol açtığını ortaya koydu. Çin mallarına getirilen bu yüksek vergiler, Çin’in zayıf iç talep nedeniyle yapısal olarak yüksek dış ticaret fazlası vermesi durumunu ise değiştirmedi. Üstelik bu durum, günümüzde de varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Ayrıca Trump 11 Nisan’da, ithal edilen, Çin’de üretilenler dahil olmak üzere tüm akıllı telefonlar, bilgisayarlar ve diğer elektronik ürünler için gümrük vergisi muafiyeti getirildiğini açıkladı. Bu kararın arka planını anlamak için iPhone gibi karmaşık ürünlerin montajında gereken teknik becerilerin ABD’de yaygın olmaması ve ülkenin üretim altyapısının zaman içinde büyük ölçüde ortadan kalktığı dikkate alınmalı. Günümüzde küresel tedarik zincirleri her zamankinden daha entegre durumda ve bu yapıyı kesintiye uğratmaya çalışmak, çoğu zaman doğrudan kendine zarar vermek anlamına geliyor. Örneğin, sadece bir iPhone’un bileşenleri 43 ülkeden temin ediliyor. Dolayısıyla yüksek gümrük vergilerinin devamı, Amerikalı tüketiciler için iPhone ve dizüstü bilgisayar gibi ürünlerde ciddi fiyat artışları anlamına gelecekti.
Öte yandan, Çin’in elinde halen en az 750 milyar dolarlık ABD devlet tahvili bulunduğu unutulmamalı. Bu durum, ABD’nin kamu borcunun 36 trilyon doları aştığı ve tahvil faizlerinin son on yılın ortalamasına göre yüksek seyrettiği bir dönemde özel önem taşıyor. Çin bu tahvilleri elden çıkarmaya başlarsa ABD’de faiz oranları hızla yükselebilir ve bu da hükümetin devasa borcunu finanse etmesini ciddi biçimde zorlaştırabilir.
Tüm bu faktörler, ABD’yi en büyük ekonomik rakibiyle daha gerçekçi ve pragmatik bir anlaşma arayışına yöneltti. Bu yaklaşım, gümrük tarifelerinde kademeli bir indirime yol açarken, ekonomik belirsizlikten rahatsız olan yatırımcılar ve hükümetler için de bir güven ortamı oluşturdu. Her ne kadar anlaşma, iki ülkenin karşılıklı olarak uyguladığı tarifeleri tamamen ortadan kaldırmasa da önemli ölçüde azaltarak ticaret ve ekonomi alanında daha kapsamlı müzakerelere ve olası yeni anlaşmalara zemin hazırladı.
Bu gelişmeler, günümüz ticaret ağları ile tedarik zincirlerinin ne denli girift ve karşılıklı bağımlılığa dayalı olduğunu net biçimde gözler önüne seriyor. Son yıllarda ekonomistler, ABD ve Batılı ülkelerin ekonomik dayanıklılığı artırmak ve stratejik madenler ile hammaddelere erişimi güvence altına almak amacıyla üretimi yeniden kendi ülkelerine taşımaya çalıştıklarını ve bu bağlamda giderek derinleşen bir "ayrışma" (decoupling) sürecinden söz ediyor. Ancak soğuk savaş sonrası dönemin küreselleşme ortamında, bu tür bir dönüşümü ciddi ekonomik bedeller ödemeden gerçekleştirmek son derece güç. Nihayetinde bu tablo, ticaretin her zaman sıfır toplamlı bir oyun olmadığını ve diplomasinin doğru kullanıldığında kazananları artıran, kaybeden yaratmayan bir erdem olduğunu güçlü biçimde hatırlatıyor.
[Adam Yousef, Büyük Londra İdaresi Ekonomi Dairesi Başkanı ve Cambridge Üniversitesinde Politika Uzmanıdır.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.